MIKROBIYOLOJI BULTENI, vol.53, no.4, pp.472-479, 2019 (SCI-Expanded)
In spite of the fact that Plasmodium vivax is the leading causative agent of malaria in our country, imported malaria cases have been reported, recently. In this report, two malaria cases originated from sub-Saharan Africa, and their diagnostic and therapeutic approaches were aimed to be presented. First case, 45-year-old male, who has been working in Republic of Ghana, was admitted to Hacettepe University Hospitals Emergency Service with complaints of fever, sweating and shivering, after returning to Turkey. On admission, his general condition was fine and his physical examination revealed no pathological finding. After his admission, a fever episode occured and his blood tests revealed anemia, trombocytopenia and increased alkaline phosphatase level. Second case, 39-year-old-male admitted to the emergency service with the complaints of fever, shivering and myalgia. His physical examination revealed decreased breath sounds and splenomegaly, his laboratory tests resulted in pansitopenia and elevated liver enzymes. In the thick blood smears of the patients ring formed young trophozoites are detected and in the thin films multiple ring forms demonstrated in one erythrocyte with the absence of mature trophozoites and schizont forms, which were compatible with falciparum malaria. The rapid antigen test (Digamed, Belgium) of the second case found to be positive for both Plasmodium falciparum and P.vivax and this patient followed-up in intensive care unit due to his deterioration of general condition, respiratory distress, hematuria and change of consciousness. Neither cases were commenced on malaria prophylaxis. Both patients have been in countries which chloroquine resistance is commonly seen, they were treated with artemether/lumefantrine as current World Health Organization recommended. Targeting hypnozoites of P.vivax, primaquine was added to the therapy of the second patient. Both patients resulted in cure. In conclusion, while travelling to endemic countries, people should be informed about the importance of malaria prophylaxis and prophylaxis should be commenced immediately and continued appropriately. Additionally, malaria should always be considered in the differential diagnosis of high fever for the patients who admitted to the hospital with a travelling history to these countries.
Türkiye’de en sık görülen sıtma etkeni Plasmodium vivax olmakla beraber, son yıllarda yurt dışı kaynaklı sıtma olguları bildirilmektedir. Bu çalışmada, Sahra-altı Afrika kaynaklı iki sıtma olgusu sunulmuş, sıtmanın önlenmesinde profilaksinin öneminin vurgulanması ile tanı ve tedavi yaklaşımlarının tartışılması amaçlanmıştır. İlk olgu Gana Cumhuriyeti’nde çalışan 45 yaşında erkek hasta olup Türkiye’ye döndükten sonra ateş, terleme, titreme şikayetleriyle Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Erişkin Acil Servisine başvurmuştur. Genel durumu iyi olan ve fizik muayenesinde patolojik bulguya rastlanmayan hastanın hastanedeki ilk ateş epizodu sonrası tam kan sayımında anemi ve trombositopeni, biyokimyasal testlerinde ise hiponatremi ve alkalen fosfataz yüksekliği saptanmıştır. İkinci olgu, Fildişi Sahili’nden yaklaşık iki hafta önce dönen 39 yaşında erkek hasta olup ateş, terleme, titreme ve halsizlik şikayetleriyle hastanemiz acil servisine başvurmuştur. Hastanın yapılan fizik muayenesinde solunum seslerinde azalma ve splenomegali saptanmış, tam kan sayımında pansitopeni ve biyokimyasal testlerinde karaciğer enzimlerinde yükseklik tespit edilmiştir. Laboratuvarımızda hastalara ait kalın damla preparatının mikroskobik incelemesi sonucu taşlı yüzük hücreleri görülmesi, ince yayma preparatında ise aynı eritrosit içinde birden çok taşlı yüzük hücreli şeklin görülmesi ve olgun trofozoit veya şizont formlarının görülmemesi ile Plasmodium falciparum’a bağlı gelişen sıtma tanısı konulmuştur. Hızlı antijen testi (Digamed, Belçika) ikinci hastada P.falciparum ve P.vivax için pozitif sonuç vermiş ve hasta şiddetli sıtma kliniğine bağlı olarak yoğun bakım ünitesinde takip edilmiştir. Her iki hasta da endemik bölgelere (Gana Cumhuriyeti ve Fildişi Sahili) sık ve uzun süren seyahatleri nedeniyle sıtma profilaksisi kullanmadıklarını belirtmişlerdir. Klorokin direnci yüksek bölgeye seyahat öyküleri olması nedeniyle, hastalara Dünya Sağlık Örgütü güncel önerilerine uygun doz ve sürede artemeter/lumefantrin tedavisi başlanmıştır. İkinci olguya olası P.vivax enfeksiyonuna yönelik primakin tedavisi eklenmiştir. Tedavi ile hastaların kliniği düzelmiş ve laboratuvar bulguları normale dönmüştür. Sonuç olarak, endemik bölgeye seyahat eden bireyler profilaksinin önemi hakkında bilgilendirilmeli, bireylere uygun profilaksi başlanmalı ve seyahat sonrası ateş ile kliniğe başvuran hastaların ayırıcı tanısında sıtma akılda bulundurulmalıdır.